YOLCULUK VE 7 MEHMET HAKKINDA BİRAZ
Uçuş vakti yaklaşıyor, cuma akşamı güneye kalkacak olan Boeing 737-800’ün son hazırlıkları yapılıyor. Taha, Ömer, Alperen ve bu satırları yazan ben deniz Samet var. Salih gelmedi, her zaman ki gibi proaktif davranıp nöbeti olma ihtimaline karşı bizim biletleri alma sırasında yaşadığımız heyecanı yaşayamadı, yaşamak istemedi belki de. Antalya’ya gidiyoruz diye aralık ayında Taha t-shirt ve ince bir hırkayla gelmiş. Dişleri birbirine çarpacak kadar üşüyeceğinden şimdilik habersiz. Alperen ve ben her zaman ki gibi hava durumunu kontrol etmişiz önceden, yanımıza şemsiye bile almışız, ne olur ne olmaz. Ah Taha ahh!
Uçağa biniyoruz, yolcuların yarısı Rus. Sanki şimdiden Antalya’da gibiyiz. Ben deniz, Youtuber Kerem Gök’ün videolarını izleyen, Uçak Kazaları kitabını okuyan, havacılığa merak salmış biri olarak sanki daha önceden hiç uçağa binmemiş gibi hafifçe tedirginim ama belli etmemeye çalışıyorum. Ve bunda da biraz başarılıyım. Uçak hızlanırken uzunca süre pistte sürünüyor ve nihayet G kuvvetiyle bizleri buluşturuyor pilot. Sevmiyorum bu 737’leri. Pistten çıkacakmış gibi his veriyor insana. Tüm bu düşünceler, mühendisliği düşünerek kendimi avutmalar ve kulağımdaki keyifli müzikle kendimi oyalarken nihayet iniyoruz Antalya Havalimanına.
Antalya’ya gitme sebeplerimizden biri de Vedat Milor’un öve öve bitiremediği 7 Mehmet Restoranı. Grup olarak gastronomiye meraklıyız, belki haddinden fazla. Herkes güzel bir yemek, harika bir tatlı yapabilir. (Alperen hariç, kek yap bari be adam!) 7 Mehmet’teki rezervasyonumuzu kaçırmamak için otele çantalarımızı bıraktığımız gibi taksiye atlıyoruz. Muhabbet olsun diye taksiciye 7 Mehmet’i soruyorum. Çok pahalı bir yer, Antalya’da birçok kişi gitmemiştir, önünden bile geçmeyiz diyor. Bizi 7 Mehmet’e getiriyor ama bu da ne, kocaman bir avlusu, hiçbir yerde göremeyeceğiniz girişi var. Lüksten gözlerimiz kamaşıp ufkumuz açılırken yavaştan hesap kitap işine başlamışız her birimiz, acaba kişi başı 150-200 liraya çıkabilir miyiz diye. Muhteşem bir yemek ardına içkisiz kişi başı 70 lira veriyoruz. Şaka gibi geliyor, böyle bir mekanda o kadar şey yedikten sonra mantıklı gelmiyor. Kayseri’deki restoranlara ver yansın ederek hayatımız boyunca unutamayacağımız bir ziyafeti geride bırakarak ayrılıyoruz mekandan. Ekleyelim; her birimiz Adana’yı, Gaziantep’i önemli gastronomik noktaları görmüş insanlarız. 7 Mehmet hiç şüphesiz en iyisi ve en farklısı.




BİRAZ ŞARAP, HAFİF MÜZİK, BOLCA EĞLENCE
7 Mehmet’ten ayrıldıktan sonra Konyaaltı Sahilinden Kaleiçi’ne doğru yürümeye başlıyoruz. Mehtabın ışıttığı deniz çok hafif de olsa dalgalarıyla kulağımıza sesini bırakıyor. Telefonlarımız hava sıcaklığını 10 derece olarak gösteriyor ama anlam veremediğimiz kemiklerimize işleyen bir soğuk var. Taha üşüdüğünden dolayı adımlarını sıklaştırıyor ve bizi de peşinden sürüklüyor. Az ötede nostaljik bir tramvay görüyoruz ve daha fazla üşümemek adına içine atlıyoruz. Taha ısınmaya çalışırken ben ve Alperen artistik pozları kovalıyoruz tramvayın içinde. Instagram’da paylaşmak için fotoğraflar çıkıyor şükür. Nihayet otelimize geliyoruz ama gece hayatına tekrar çıkmak üzere.
MANZARALI ŞEYLER GÜZELDİR
Sabah 11’e kadar kahvaltı servisimiz devam ediyor demişti lobideki görevli. Deniz manzaralı odalarımızda sabah 10’da uyanıyoruz kahvaltı için. Gece mehtabın ışıttığı deniz, sabah bulutsuz bir havada güneşle dans ediyor. Otelin üst katındaki restorana çıkıp deniz manzarası önünde açık büfe kahvaltımızı ediyoruz, biz de hiç sanmazdık kış ayında deniz ve güneşin halen güzel olabileceğini. İç Anadolu’dan, soğuktan, hastaneden, kandan, işten sıkılan bizler için aslında herkesin ulaşabileceği böylesi bir kahvaltıyla bile aşk yaşıyoruz bir saatliğine kadar. Son çayımızı, kahvemizi de içince üstümüzü değiştirip rotamıza koyuluyoruz. Biraz daha manzarayı içimize çekmek istediğimizden Tünektepe diye bir yere gidiyoruz ilk. Yoldayken Kaleiçi’nin güzel sokaklarında bol bol fotoğraf çekilmeyi de ihmal etmiyoruz tabii.




BİRTAKIM GEZİLDİ, GÖRÜLDÜ ALBÜMÜ
Tünektepe’den indiğimiz gibi bir şeyler yiyoruz, yine bir yerler geziyoruz. Sözümüzü söyledik, uzun uzun anlatmaya gerek yok, fotoğraflarda görüyorsunuz:




HER GÜZEL ŞEYİN BİR SONU VARDIR
Günü keyifle öldürürken, uzun süre alamayacağımız D vitaminlerini depolamaya çalışırken akşam 9 oluyor. Karnımız aç, meşhur birkaç yere baktık ama kapatmışlar. Dünden aklımıza kazınan bir İtalyan restoranının önüne gidiyoruz, çünkü pizza herkesi mutlu eder değil mi? Restoranın önündeki fiyatlara bakıyoruz, 90 lira diyor pizzaya. Alp yeme taraftarı, zengin pezevenk seni. Bu pizza sadece seni ve Şeyma Subaşı’nı mutlu eder deyip Tripadvisor’da önerilen Route Burger House’ın Kaleiçi şubesine gidiyoruz. Vardığımız gibi ne kadar iyi yaptığımızı fark ediyoruz. Size ortamı biraz betimlemeye çalışayım: Konak usulü bir binanın ortasın büyükçe bir avlu. Avlunun tam ortasında kocaman bir şömine. Şömine etrafında geniş aralıklarla dizilmiş masalar ve sandalyeler. Gitarıyla şaheserler yaratan ve Wish You Were Here şarkısını yorumlayan orta yaşlı bir sanatçı. Sizi bilmem ama biz ortama çabuk düşüyoruz ve buranın meşhur hamburgerlerinden yiyoruz. Hamburgerler harika, ortam ve insanlar şahane, müzik ise apayrı bir seviyede. Sanıyorum 3 saate yakın kalmıştık orada.